25 Şubat 1933’te İstanbul, Cumhuriyetin ilanından beri görülen en büyük toplumsal olaylardan birine tanıklık ediyordu. Taksim’de toplanan yüzlerce üniversiteli genç, Vagon Li şirketini protesto için eylem yapmış ve şirketin ofislerini tahrip etmişti. Olayların fitilini Cumhuriyet gazetesinde çıkan küçük bir haber ateşlemişti. “Türkçeyi iİstemeyenin Türkiye’de Yeri Yoktur” başlıklı haberde, Vagon Li’nin İstanbul ofislerinde Fransızca konuşma zorunluluğu getirildiği ve Türkçenin yasaklandığı yazıyordu...
Aliye Hanım'ın 1924'te keman dersi aldığı Karl Berger ile arasında büyük bir aşk başlar. Ancak Karl Berger çapkınlıkları ile Aliye Hanım da kıskançlığı ile nam salmıştır. Sonuçta gün gelir, silahlar çekilir, olaylar mahkemeye ve necip Türk basınının sayfalarına intikal eder.
Süreyya Sineması’nın ilk müdürü, Nazım Hikmet’in babası Hikmet Bey idi. Hikmet Bey, 1932’de bir köpek tarafından ısırılıp kuduz aşısı yaptırmıştı. Ama birkaç gün önce bir yaralanma dolayısıyla tetanoz aşısı da yaptırdığı için, iki aşının uyuşmaması nedeniyle ağır hastalandı ve kısa süre sonra öldü. Hastayken, Süreyya Paşa evlerine gelerek sinemanın hesaplarıyla ilgili olarak kendisiyle konuştu. Hikmet Bey birkaç gün sonra ölünce, Nazım Hikmet çok üzüldü ve öfkesini Süreyya Paşa'ya yazdığı bir şiirle anlattı. Olay bu noktadan sonra mahkemeye intikal etti.
24 Temmuz 1933 günü sabah saatlerinde yolu Kabataş İskelesi’ne düşenler, benzerine az rastlanır bir görüntüye tanıklık ettiler. Jandarma ve polisler, elleri kelepçeli ve boyunlarından birbirine kalın zincirlerle bağlanmış beş kişiyi bir gemiden alarak polis arabasına bindiriyordu. Ertesi gün tüm gazetelerin birinci sayfasında yer alacak bu fotoğraftakiler, Bursa’da gerçekleşen bir silahlı soygunun ve beş cinayetin failleriydi. Ama görgü tanıkları hiçbirini tanımıyordu...
12 Ocak 1949 tarihli gazetelerin birinci sayfasında özellikle edebiyatseverleri çok üzecek bir haber vardı. Ünlü yazar Sabahattin Ali öldürülmüştü ve cesedi Kırklareli’nde, Bulgaristan sınırı civarında bulunmuştu. Polisin açıklamasına göre ceset altı ay önce bulunmuş ama kimlik tespiti yapılamamıştı. İnsan kaçakçılığı yapan bir çeteye yapılan operasyonda olay tesadüfen ortaya çıkmış, Ali Ertekin adlı çete mensubu cinayeti itiraf etmişti. Akıl sağlığının yerinde olduğu anlaşılınca duruşma başladı...
25 Şubat 1933’te İstanbul, Cumhuriyetin ilanından beri görülen en büyük toplumsal olaylardan birine tanıklık ediyordu. Taksim’de toplanan yüzlerce üniversiteli genç, Vagon Li şirketini protesto için eylem yapmış ve şirketin ofislerini tahrip etmişti. Olayların fitilini Cumhuriyet gazetesinde çıkan küçük bir haber ateşlemişti. “Türkçeyi iİstemeyenin Türkiye’de Yeri Yoktur” başlıklı haberde, Vagon Li’nin İstanbul ofislerinde Fransızca konuşma zorunluluğu getirildiği ve Türkçenin yasaklandığı yazıyordu...
Ünlü Doktor Neşet Naci Arzan’ın Ankara Ulus’taki muayenehanesine gelen bir genç, doktoru tabancayla öldürüp kaçtığında takvimler 16 Ekim 1945’i gösteriyordu. Ertesi gün cinayeti işlediğini söyleyen 23 yaşındaki Reşit Mercan teslim oldu. Olay bir anda en önemli gündem konusu haline geldi çünkü Reşit Mercan, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet’le çok yakın arkadaştı ve olaya Haşmet’in adı da karışmıştı...
İkinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla sürdüğü 1941 yılının haziran ayında tüm dünya Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırmasının şokunu yaşarken, Türkiye de acı bir haberle sarsılıyordu. Türk gemisi Refah, 24 Haziran 1941’de Akdeniz’de batırılmıştı. Haberin gazetelerde çıktığı gün geminin nasıl battığına ve kaç kişinin hayatını kaybettiğine dair bilgi yoktu...
1939 yılının ekim ayında İkinci Dünya Savaşı başlayalı bir ay olmuştu ve Avrupa’da kan gövdeyi götürüyordu ama İstanbul’un en önemli gündemi bir dolandırıcılık davasıydı. 45 yaşındaki Galip Efgani adlı Yemenli, yanındaki üç Meksikalı kadınla birlikte Pera Palas’ta üç ay kalmıştı ama para ödemeyi reddediyordu. Otelin şikâyeti üzerine prens olduğunu iddia eden Efgani hakkında dolandırıcılık davası açılmıştı...
Türkiye’de 1929-1950 yılları arasında TEKEL’in piyasaya sürdükleri dışında çakmak alıp satmak, ithal etmek ve kullanmak yasaktı. Komşu ülkelerdeki satış fiyatının on katına müşteri bulması nedeniyle çakmak en kıymetli kaçakçılık ürünlerinden biri durumuna gelmişti. 23 Ocak 1949’da düzenlenen bir çakmak kaçakçılığı operasyonu gündemi uzun süre meşgul etti. Özel maçlar yapmak için Türkiye’ye gelen Avusturya futbol takımı Wacker’in iki futbolcusu yanlarında getirdikleri çakmakları Kadıköy Moda’da kaldıkları otelin civarında satarken çalışırken yakalanmıştı...
1930’ların sonu Türkiye’de, nüfuzlu kişilerin adının karıştığı yolsuzluk haberlerinin art arda patladığı çalkantılı bir dönem olmuştu. 8 Ocak 1939’da ortaya çıkan, benzeri görülmemiş sahtekârlık olayı da bunlardan biriydi. Türkiye adına sahte belgelerle Kanada’dan sipariş edilen 40 bombardıman uçağı İspanya İç Savaşı’na gönderilmek istenmişti...
1942'de Ankara'da şok bir haberle çalkalanıyordu. Alman Büyükelçisi Von Papen'e suikast girişimi düzenlenmişti. Bugünlerde sıkça duyduğumuz bir uygulama hayata geçirildi hemen. Radyo ve gazetelere yayın yasağı geldi...
Bulgaristan'dan kaçışların arttığı 1948’de yedi erkek ve iki kadından oluşan dokuz kişilik bir grup kaçmak için başka bir yol denemeye karar verdi. Varna-Sofya seferini yapan bir uçağı Türkiye’ye kaçıracaklardı. Grup 30 Haziran 1948’de kendilerinden başka yedi yolcu ile dört kişilik mürettebatın bulunduğu uçağın pilotlarını silahla tehdit ederek İstanbul’a inmelerini istedi. Pilotlar reddedince çatışma çıktı ve uçağı kaçıranların lideri konumundaki eski hava albayı, pilot koltuğuna oturup uçağı İstanbul’a indirmeyi başardı. Olayın sonrasıysa haliyle basını günlerce meşgul eden bir mahkeme sürecine uzandı.
Kemal Pilavoğlu adlı hukuk fakültesinden terk şahıs tarafından, 1930’larda Ankara’nın Çubuk ilçesinde örgütlenmeye başlayan Ticaniler isimlerini arka arkaya Atatürk heykellerine saldırı düzenleyerek duyurdular. Pilavoğlu güya rüyasında Ahmed et-Ticani'ye intisap ettiğini görmüş, ardından Abdülkadir Medeni adlı birinden tarikat ruhsatı almıştı. Gazeteler Ticaniler ile yatıp Ticaniler ile kalkıyordu.
1950'li yıllarda kumar alışkanlığı Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri gelmişti. Gazetelerde hemen her gün bir kumar baskını haberi yer alıyordu. O haberlerden biri ortalığı salladı. Çünkü yakalananlardan biri muhafazakarlığı ve kumar karşıtlığı ile tanınan Necip Fazıl idi.
1975 yılında Türkiye'yi hayalî ihracatla tanıştıran kişi dönemin Başbakan'ı Süleyman Demirel'in yeğeni 25 yaşındaki Yahya Demirel'di. O yıllarda ahşap mobilya
ihraç edenlere ihraç ettikleri tutarın yüzde 75'i oranında vergi iadesi ödeniyordu. Yahya Demirel, lüks mobilya ihracatı yaptığını beyan ederek vergi iadesi almış, ihracat yaptığını iddia ettiği İtalya'ya hiç mobilya göndermediği, Lübnan ve Kıbrıs'a ise mobilya değil, sunta yolladığı ortaya çıkmıştı. Devletten haksız yere aldığı 20 milyon lira asgari ücretin 25 bin katıydı...